12 June 2007

İkiÇiftSıfırYediTireİki

Hayatımın bir dönemi daha sona eriyor...

Belki de en güzel yıllarımın beşte ikisi, en çok keyif alacağımın zamanın yüzde kırkı ve önemli sorumlulukları gerçek anlamda yaşamadan geçirebileceğim günlerin yirmide sekizi...


Üniversitemin beş yılının ikincisi son finallerde kullandığımız kalemlerimizin uçları gibi eriyip bitti. Öyle bir uç ki -anasını satayım- bitince arkanı dönüp arkadaşlarına "Sıfıryedisi olan var mı?" da diyemiyorsun... Geri gelmiyor çünkü.. Kalemin öteki tarafını çevirince "Rotring" yerine "Yaşam" yazıyor çünkü... Yaşam, geçen her saat ile her gün ile her dönem ile biraz daha kısalıyor. Arkana baktığında da gördüğün çoğu zaman "keşke"ler oluyor.


"Keşke"ler...

Kafamdaki keşkeler bir araya gelip oturum açsalar beynimin içinde cumhurbaşkanı bile seçebilirler aralarından birini...

Her gece yatarken ilacımı içemedim, kilo veremedim, dişlerimi fırçalayamadım, düzenli spor yapamadım, işletme kulübüne gidemedim, almancaya yeteri kadar ilgi gösteremedim, blog yazamadım, iyi bir sevgili olamadım, çoğu zaman iyi bir arkadaş da olamadım, çok çalıştım az eğlendim, az eğlendim çok çalıştım, bilgisayardan kurtulamadım, eski dostlarımı arayamadım, geleceğim için çok fazla şey yapmadım, yeteri kadar gezemedim, Kanlıca'da yoğurt yiyemedim ve...

Bir yıl daha büyüdüm...

Bütün bu yaşanmamışlıklarla, becerilememişliklerle bir yaşıma daha girdim.

Neler yaptım peki bunları yapamazken?...

Çok şey...

En önemlisi adam olmaya çalıştım... Büyük görünmeye ve artık büyümeye çalıştım...

Geçen sene ondokuz diyordum yaşımı soranlara; artık yirmi diyorum.

Geçen sene seksenyediliyim diyordum kaçlısın diyenlere artık seksensekizliyim demek istiyorum.

Ama ben hala seksenyediliyim.

Ve sene ikibinyedi...

Pardon...



2007 ...

10 March 2007

Söz Mü?

Yorgunum...

Kafam dumanlı... Dumanlı dediysem etrafı dumanlı görmüyorum. Görüntüler gayet net. Ama düşündüklerim? Onlar birazcık yanıltıcı...

Saat on bir. Evimdeyim. Sıcacık. Bilgisayarım açık. Bir saat sonra Beyaz Show başlayacak. Dışarı çıkmak için herhangi bir neden var mı?

Var.. Söz vermiştim.

Sözler...

Bir dileğin, programın ya da temenninin içsel garantisi olarak benimsediğimiz sözler nasıl oluyor da bu kadar çekilmez olabiliyor? Şartlar nasıl bu kadar hızlı değişebiliyor? Ve değişen şartlar nasıl bu kadar acı verici oluyor?

Biri bana zorla mı "Kalkıp Taksim'e gideceksin" dedi? Hayır.

Yoksa yaşamsal bir yükümlülüğüm mü var Taksim'e?

O da değil.

Verilen sözlerin prangaya dönüşebildiği bu dünyada üşenmek bazen boyutları tahmin edilemez bir esaret haline gelebiliyor. Esaretin yanında hayattan koparıyor, herşeyin anlamını bir daha sorgulamaya yöneltiyor; kimi zaman ise yaşama amacının yeniden şekillenmesine bile yol açıyor.

Popomu kaldırıp pantolonomu giyiyorum. Gardroptan üzerime gecenin anlamına uyan bir gömlek geçiriyorum. Aklıma caymak geliyor. Türker'i arıyorum. Evden çıkmış mı diye... Çıkmamış. O da gitmeyelim diyor. Tam cayacakken..

İnsan yanım "yapma" diyor...

Yapma... Cayma...

"Olur mu abi" diyorum. "O kadar söz verdik adama; ne der sonra? Bunlar bu işi çocuk oyuncağı mı görüyor, tutmayacaklarsa verdikleri sözleri yol verelim gitsin demezler mi?" diyorum. "Doğru" diyor Türker. "Hadi gidelim. Ama fazla durmayalım."

Fazla durmamak. Ne ilginç bi çözümdür. Ben sıcak evimden çıkayım, buz gibi İstanbul gecesine dalayım, sonra çok kalmayayım. Laf...

Kapatıyorum telefonu... Ne için açmıştım şimdi ne yapıyorum.

Sağ elim anahtarı alıyor, cebime sokuyor. Sol elim de cep telefonumu... Gözüm pencerelere bakıyor açık kalmış mı diye. Sağ ayağım bilgisayarın tuşuna dokunuyor. Sol elim lambanın düğmesine.

Çıkıyorum evden.

Ben değil bedenim çıkıyor...

Aklım evde...

09 March 2007

Hukuk mu Guguk mu?

Sıradan bir cuma. Anormal hiçbir şey yok neredeyse. Her zamanki gibi evimden çıkıp dersime gidiyorum. Tek bir fark var. Alışkın olmadığım bir fark. Birazdan gireceğim ders INTT142; yani İş Hukuku...

Önde boş bir yer var. Fena da değil hani. 10 dakka sonraki sağ ve solumda oturacaklara bakıyorum. İyi çocuklar...

--- Boş mu?
--- Evet Boş.

Geçip oturuyorum. İçeri bir bayan giriyor. Elinde T.C Anayasası, bilgisayar çantası ve birkaç not. "Bu kadar genç beklemiyordum" diyorum içimden. Sahi ya bir önceki dersi kaçırmıştım. Ne yapıldı yanımdaki geçen hafta? Çok şey kaçırdım mı?

Kadın çok hızlı ve anlaşılmaz bir İngilizce ile derse başlıyor. Legislation diyor , Execution ve Judiciary diyor. Bunlar birbirini tamamlar diyor. Bunu demeyi bitirmeden Hukuk Devleti'ne dalıyor. Not alıyorum. Genç bayanın ağzından çıkan kelimeleri anlamsız da olsalar yan yana sıralamaya çalışıyorum. "Breaching the Law" diyor genç bayan, ben "Bridging the Love" anlıyorum. Sınıftakiler gülüyor bana. Bütün gözler bana dönüyor. Ben de gülmeye başlıyorum. Espri mi yaptım az önce? Yok tamamen bilinçsizdim.

İki üç kelime daha çiziyorum kağıdın üstüne. Sonra sözcükler hızlanmaya başlıyor sınıfın içinde; mırıltılar artıyor, genç bayanın zaten ince ve derinden gelen sesi iyice duyulmaz hale geliyor. Ben mi? Bırakıyorum kalemi kağıdın üstüne...

Dinlemeye devam ediyorum. Yargı yasaları denetler diyor, bütün güçler bir bütündür diyor genç bayan. Dinliyorum. Sağımdaki kızın notları iki sayfayı geçmiş bile, solumdaki kalemini atıp tutuyor. Notları için doğru cümleleri arıyor. Onunki de nereden baksan bir buçuk sayfa. Önüme bakıyorum: yarım sayfa olmuş mu? Kestiremiyorum.

Saate bakıyorum. Daha 25 dakika olmuş ders başlayalı. Tişörtümün içine binlerce sinek giriyor sanki. Bir silkinip kalemi yeniden alıyorum elime.

Yazamıyorum. Genç bayanın söylediği hiçbir şey yazmaya değer gelmiyor. Zaten kitapta da vardır diye mi? Yooo. Hepsini önceden bildiğim için mi? Tabiiki de değil. E neden ki o zaman?

Yanımdakiler sayfaları doldurmaya devam ederken ben bırakıyorum mücadeleyi. Dinlemeyi de bırakıyorum. Başlıyorum yazmaya...

"Adamın tipi kayıkmış, karısınınki sandal..."
"Adamın birini salıvermişler, çarşamba almışlar."

Arka arkaya yirmiye yakın cümle yazıyorum. Aklıma hangileri gelirse.. Aykut'un gol atamama halinden girip İngiliz cellatlara ne denildiğinden çıkıyorum. Hatta İstanbul'daki polislerin Constantinopolis olduğunu bile yazıyorum. Gülüyorum kendi kendime... Yeni cümleler üretiyorum. Her biri bir saniyelik gülümseme yaratan cümleler.

Birkaç dakika sonra derse ara veriyoruz. Dönünce yine devam ediyorum.

Genç Bayan, Cumhurbaşkanının veto haklarından bahsediyor. Ben emaye tencere yazıyorum.

Yönetmelik diyor, tüzük diyor. Ben "Parmağında tüzükler, kolunda yönetmelikler" yazıyorum.

Gülüyorum.

Hoca dersi bitirirken Türkiye'deki hiçbir yasanın Anayasa'ya aykırı olamayacağını vurguluyor.

Yazıyorum.

"İnsanlar Anayasa da sıkılır, Anayamasa da..."